Seyahat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seyahat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Şubat 2019 Perşembe

İngilizce Okuma Alışkanlığı İçin Site Örnekleri



1- Haber Siteleri:

https://www.nytimes.com/

https://people.com/tag/news/

https://www.usmagazine.com/celebrity-news/

https://www.bbc.com/news/magazine.com

2- Sözlük Siteleri (İngilizce - İngilizce)

https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/dictionary

https://www.dictionary.com/browse/magazine

https://en.oxforddictionaries.com/english

3- DIY Önerileri

https://www.apieceofrainbow.com/

https://www.thesprucecrafts.com/diy-4162828

4- Yemek Tarifleri

https://www.bbc.com/food/ingredients

5- Kültür&Sanat

https://www.independent.co.uk/arts-entertainment/art

6- Spor Gündemi

https://edition.cnn.com/sport


29 Temmuz 2018 Pazar

Aiesec ile Yurtdışı Gönüllülük - 3. Hafta - Güney Kore'de Öğretmen Oldum





Sonunda bu hafta okula başladım. Pazartesi günü saat 8'de uyandım ve birlikte çalıştığım Hollandalı arkadaşımla okula birlikte gittik. İlk gün benim günümdü. Türkiye ve kendimle ilgili sunum hazırlamıştım. Öğrencileri gördüğümde açıkçası çok şaşırdım. Bazı öğrenciler benden uzun boyluydu. Okul öncesi diye beklediğim çocuklar, çocuk değildi! Aiesec ile gönüllü olmamın sebebi, gittiğim yerde eğitime ihtiyacı olan, durumu olmayan çocuklara yardım edecek olmaktı. Benim umudum ve beklentim buydu. Ancak sanki bu okul özel bir yaz okulu gibi. Örneğin, Salı günü onlarla birlikte derse katıldık. Birlikte Kore Geleneksel Evi yaptık maketler ile. Sonrasında ise akvaryuma gittik. Akvaryum öncesi çocuklara balık anatomisi ile ilgili bilgi verildi. Sonra tepside balık dağıttılar ve eğitimdeki balığın bölümlerini canlı olarak görebilmeleri için makasla balığı kestirdiler. Sonrasında ise akvaryumu gezdik. 
Çarşamba günü okul yoktu. Zaten iki günün yorgunluğunu ancak atlamıştım. Sabah 8'de uyanıp okula gidiyordum. Eve gelmem 3'ü buluyordu. 18 ve 22 arası ise cafede çalışıyordum. Zaten bu cafe olayı bana inanılmaz mantıksız geldi. Ancak yine de mecbur kaldığım için ve kalan herkes yaptığı için yapıyorum.
Perşembe günü diğer arkadaşım konuları hazırlamıştı. Öğleden sonra ise baking class'a katıldık. Öğrencilerle birlikte kurabiye yaptık ve eve döndük.

Cuma günü ise dance class vardı. Dans öğretmeni çocuklara dans sınıfında ders verdi. Ben de katıldım ancak beceremediğim için seyretmeye karar verdim.

Gitmeden önce Aiesec Türkiye ilanlarına bakmıştım ben. Ülkemizdeki özel okullar buraya gönüllü olarak ilanlar vermişti. Dil okullarında öğrencilerden alınan ücretlerin ne kadar yüksek olduğunu bilmeyen yoktur. İşte o yerlerdeki yabancı öğretmenleri bu şekilde gönüllü olarak mı getiriyorlar anlamadım. Ben bu yapının gerçekten ihtiyacı olan insanlar için kullanılmasını umuyordum. Benim çalıştığım yerdeki öğrencilerin buna gerçekten ihtiyacı var mıdır, bilmiyorum gerçekten. Fakat umut ettiğim bu değildi.

Daha keyifli günler geçirmeye başladım. Kaldığım yerdeki insanlarla kaynaştık. Her gün farklı aktivite yapıyoruz. Ayrıca cafeye gelen Koreliler de (bu hafta bana 30 yaş üstü insanlar denk geldi) bilgili ve meslek sahibi insanlar. Bir sürü yeni şey öğreniyorum. Ancak sanki ben öğretmen değilim de öğrenciyim gibi. Okulda Pazartesi günü ben, Perşembe günü Hollandalı arkadaşım İngilizce öğretiyor. Diğer günler ise onların derslerine katılıyoruz. Yani İngilizceye dair hiçbir şey yapmıyoruz. Ayrıca okul 2'de bitiyor. Yani sadece haftada 2 gün, o da yarım gün İngilizce öğretmek için mi geldim ben buraya? Sanki cafede çalışmak için gelmişim de okula da sıkılmayayım diye gidiyormuşum gibi hissediyorum.

Hiçbir şekilde ilanda yer alan bir işte çalışmıyorum. Sadece yabancı bir ülkeye yabancı insanlarla tanışıp çeşitli aktiviteler yapmışım gibi hissediyorum.

Geçen haftalardaki gibi sıkılmadığım için Türkiye'ye dönmek istemiyorum veya özlemedim açıkçası. Dönmek istemeyişimin sebebi ise buradaki insanlarla olan arkadaşlığım, samimiyetimin artması, yeni yeni şeyler öğreniyor olmam. Şikayetim ise buraya gelmemdeki asıl amacın gerçekleşmemiş olması. Onun dışında keyfim yerinde. Umarım tam olarak beni neyin rahatsız ettiğini anlatabilmişimdir.

15 Temmuz 2018 Pazar

Aiesec ile Yurtdışı Gönüllülük - 1. Hafta - Güney Kore'de Öğretmen Oldum







Merhaba,
Aiesec ile gönüllü olarak Güney Kore'ye geldim. Gelmeden önce internette çok fazla araştırmıştım, her aşamanın detayını merak ediyordum ancak bulamamıştım. Bu sebeple ben de yaşadığım ve yaşayacağım olayları bloguma yazarak gitmek isteyen insanlara bilgi vermek istiyorum.

Eğer bu yazıyı okuyorsanız Aiesec'in ne olduğunu zaten biliyorsunuz. Ben Aiesec'i bir youtuber'ın videosunda duymuştum. Araştırdığımda yapılan bu uygulama çok hoşuma gitmişti. Ancak öğrendiğim dönem benim yurt dışına uzun süreli gitme imkanım yoktu. Çünkü öğrenci değildim, yeni mezun da değildim. Düzenli bir işim ve gelirim vardı.

Yaş sınırı 30'du. Bense 26 yaşındayım. Bu yıl Mart ayında tekrar Aiesec aklıma geldi ve yazın gitmek istediğime karar verdim. Siteye üye oldum. Üye olduktan sonra bana sistemden bir manager atandı. Ben manager ile hiç görüşmedim. Sitede gönüllülük kapsamındaki ilanlara göz gezdirdim ve yapmak istediklerime başvurdum. Genelde başvurduğum ilanlar çocuklara İngilizce öğretmekti.

Avrupa'da, İngiltere'de ve Amerika'da vize problemi vardı. Başvuruyordum ancak geri dönüş alamıyordum. Daha sonra Güney Amerika'ya ve Güney Kore'ye başvurmaya başladım. Güney Kore'ye geçen sene turist olarak gelmiştim ve çok sevmiştim. Bu sebeple en çok Kore ilanlarına başvuruyordum.

Daha sonra Brezilya'dan geri dönüş aldım. Ancak normalde başvurduğunuz ilanlardan sonra sizinle iletişime geçiyorlar. Skype görüşmesi ayarlanıyor veya sizden bir video çekmenizi istiyorlar. Kendinizi tanıtmanızı, nasıl fayda sağlayacağınızı, neler yapabileceğinizi anlatıyorsunuz. Brezilya ise benden hiçbir şey istemeden kabul göndermişti. Açıkçası bu bende bir güvensizlik oluşturdu. Zaten Türkiye'den Brezilya'ya direk uçuş bulamadım. Bulduğum aktarmalı uçuşlarda çok pahalıydı.

Ben de şansımı Güney Kore ilanlarına daha çok başvurarak denemeye karar verdim. Bu sırada bana sistemden atanan aiesec manager sürekli whatsapp'tan yazıyordu. Ne yaptın, karar verdin mi, hangi aşamadasın vs. gibi.

Daha sonra Güney Kore'de bir projeden skype toplantı daveti aldım. Ancak şirkette çalışıyordum, çok fazla müsait anım olmadığı için ve arada 6 saat fark olduğu için zamanımız uymuyordu, yarım kaldı. Farklı bir projeden de video düzenlemem için bir mail geldi. Ben de video çektim ve kendimi anlattım. Yaklaşık bir hafta sonra kabul edildiğime dair mail geldi.

Bu sırada Aiesec benden proje ücreti olan 700 TL'yi yatırmamı istedi. Zaten ücreti yatırmadığım sürece işlemler ilerlemeyecekti. Ben de yatırdım. Bu arada benim başvurduğum ilanda konaklama ücreti vardı: 230,000 Won. Hatta bunun sebebini Aiesec'e sorduğumda bazı projelerde bu ücretin gerektiğini söylediler. Çünkü genelde konaklama ücretsiz olduğunda aile yanında konaklıyormuşsun. (Brezilya'daki ilan aile yanı konaklamaydı) Güney Kore'de konaklayacağım yer ise Guesthouse idi. Bu ücreti oraya gittiğimde ödeyecektim.

700 TL ücreti ödedikten sonra bana bir sözleşme gönderdiler. 1. derece akrabalarımızın ölümü olursa veya projeye devam edemeyecek sağlık problemimiz olursa geri dönebiliyorduk. Aksi durumda bir para cezası vardı yanlış hatırlamıyorsam. Bilgilerimi doldurdum ve imzalı olarak gönderdim. Bu sırada Güney Kore'deki proje yöneticileri de benimle iletişime geçti. Onlar Whatsapp yerine KakaoTalk kullanıyordu, onu yükledim. Benden diplomamın kopyasını istediler. Cv doldurmamı istediler. Tabi bu süreç hemen olmadı. Bir ay için de zaman zaman bir şeyler istediler. Google drive ile ortak klasör paylaşımı yapıldı. Oraya pasaportumun kopyasını, uçak biletlerimi, sigorta poliçemin görüntülerini yükledim. Sigortayı HDI sigortadan yaptırmıştım. En ucuz onu bulmuştum çünkü :)

Bileti 2,900 TL'ye aldım. Gidiş-Dönüş. Geçen sene 2,200 TL'ye almıştım ben aynı bileti. Kur artınca tabi :) Bir de Seul'de değil Busan'da olacaktım. Busan'a da ayrı uçak bileti aldım. O da 130 TL idi.

Gitmeden Aiesec Turkiye beni IPS seminerine çağırdı. Her Cumartesi oluyormuş, ben ancak gitmeme bir hafta seminere katıldım. Neler yaşayabiliriz, sorun olunca ne yapmalıyız vs bir sunum verdiler.

Yaklaşık 17-18 saatim yollarda geçtikten sonra Busan'a vardım. Beni hava alanında proje yöneticilerinden biri ve birlikte projede öğretmenlik yapacağım kişi karşıladı. Birlikte konaklayacağımız yere geçtik. Temiz, farklı yabancıların da kaldığı bir guesthouse. Klima, mutfak, çamaşır makinesi var. Ücreti kızlara nakit olarak verdim.

Bugün Güney Kore'ye gelmemin 9. günü. Ancak hala projeye başlamadım. Haftaya başlayacakmışım. İlk hafta seminer verdiler, okulu gezdirdiler. Ben de zaten jetlag olduğum için anca yorgunluğumu attım. Sürekli uyukluyordum. Bu hafta ise cultural week dediler. Ancak hayatımın en sıkıcı günlerini yaşıyorum diyebilirim. Öncelikle;

1. Konaklama için 230,000 won vermeme rağmen geçen hafta Cuma günü öğrendim ki, konakladığım yerdeki kafede de günde 4 saat çalışacakmışım. Bunu buraya gelince öğrendim. Sebebi ise şuymuş; iki konaklama türü varmış. Aile yanı veya guesthouse. Aile yanı çok çok uzakmış hem okula hem şehir merkezine. Benim konakladığım yer ise kumsala çok yakın, turistik bir yerde. Yaz dönemi de aşırı derecede pahalıymış. Bu sebeple konaklama karşılığı olarak cafede çalışacakmışım. Cafede çalışmak derken, gelen Koreliler ile İngilizce konuşmak tabii ki. Başka bir şey değil :)

2. Proje için 6 hafta dediler ancak 4 hafta okulda olacağım. 2 haftam çöp oldu. Boşu boşuna şirketten daha uzun izin alarak maaşımdan oldum. Hayatımın en sıkıcı günleri. Birlikte konakladığım insanlarla bir şeyler yapıyoruz, eğleniyoruz ancak ben buraya eğlenmeye veya şehri gezmeye gelmedim ki. Zaten daha önce de geldiğim bir yer. 35 derece sıcakta şehir gezecek halim yok :) ÇOK SIKILDIM.

3. Birlikte aynı proje için gelen insanların yanı sıra farklı kişiler de konaklıyor burada.

4. Önümdeki 5 günün nasıl geçeceğini bilmiyorum. Zaman dediğin gerçi çabuk tükenen bir şey, bir bakacağım ki proje bitmiş Türkiye'deyim. Ancak gönüllülük için gelip iki haftamın çöp olmasına inanılmaz canım sıkıldı.

5. Sanırım Güney Kore'yi seçmek benim en büyük hatamdı. Evet geçen sene gelmiş ve çok sevmiştim. Çünkü turisttim. Bu sefer ise uzun dönemli geldim ve inanılmaz açım :) Burada iki şeftali bile 30 TL. Ekmek bulana kadar canım çıktı. Ülkemizde 1,25 TL olan ekmek burada 10 TL. Gıda inanılmaz pahalı. Zaten yemekleri bizden çok çok farklı. Zayıflayarak döneceğime eminim. Vardır bunda da bir hayır diyorum, ne yapayım. Gelen her insan çat pat Korece biliyor. Bense teşekkür etmekten başka bir şey bilmiyorum. Zaten ilgim de olmadığı için öğrenmek istemiyorum. Keşke daha iyi karar verip bir Avrupa şehrine gitseydim. Şuan belki de daha mutlu olurdum. Diye düşün düşün motivasyonum yerlere iniyor.

6. Okul öncesi çocuklar için İngilizce öğretecektik. Ancak ortaokul olduğunu öğrendim buraya geldiğimde.


Hayırlısı. Bakalım ilerleyen günlerde bu fikrim değişir. Umarım!

8 Ağustos 2017 Salı

Güney Kore'de ve Japonya'da Ücretsiz Wifi

Geçtiğimiz Temmuz ayında 10 gün Güney Kore'de ve 10 gün Japonya'da yıllık iznimin tümünü tükettim. Yayınlamak üzere birçok video çektim, telefonumun hafızası fotoğraflar sebebiyle dolmuş durumda! Ancak ben bunları yayınlamak için fotoğraf/video düzenleyecek vakti bir türlü bulamadım. Bu sebeple öncelikle hepimiz için önemli olan ücretsiz wifi olayını açıklığa kavuşturmak istedim.

Her iki ülke için de gitmeden önce çok fazla araştırma yaptım. Neredeyse tüm yazılarda ve yabancı youtuberların videolarında Güney Kore'de ücretsiz wifi erişimi olduğu ancak Japonya'da kesinlikle çok fazla wifi olmadığı bu sebeple pocket wifi almamız gerektiği belirtiliyordu.

Pocket Wifi = Taşınabilir Wifi

Gerçekten de Güney Kore'de her yerde wifi vardı. Hava alanı dahil her turistik ve yarı turistik yerlerde ücretsiz wifi bulunuyordu. Genelde isimleri; Publif Wifi Free, Seoul Public Wifi vb.'ydi. Gittiğimiz her mekanda wifi vardı, wifi şifresi kasanın orada genelde not şeklinde belirtiliyordu.

Japonya'ya ise biraz korkarak gittik çünkü zaten paramızın Avrupa gibi Asya'da da hiçbir değeri olmadığı için her şey bize göre oldukça pahalıydı. Bir de pocket wifi almak istemiyorduk. Birlikte gittiğim kuzenim ilk gün pocket wifi almayı teklif etti ancak ben "önce bir iki gün kalalım, gerçekten dedikleri gibiyse zaten alırız" dedim. İyi ki de öyle demişim. Çünkü gerçekten Güney Kore gibi Japonya'da da çoğu yerde wifi vardı. Tek farkı Japonya'daki ücretsiz wifi ağına bağlanmak için üye olmak gerekiyordu. Tıpkı bir siteye üye olur gibi üye olup ücretsiz olarak bağlanabiliyorduk. Ben genelde "Facebook ile üye ol" seçeneğine tıklayıp 1 dakikada bağlanabiliyordum. Özellikle her metroda wifi var, "Metro Wifi" olarak geçiyor ismi. Yol konusunda bu şekilde sıkıntı yaşamadık.

Güney Kore'de olduğu gibi Japonya'da her cafede wifi yoktu. Zaten kahve içmek için bir cafe bulmak oldukça zordu. Özellikle Osaka ve Kyoto'da. Kahve içmek için 20 dakika yol yürüyüp hala bir mekan bulamayışımız dün gibi aklımda. Güney Kore'de o kadar farklı ve güzel ambiyanslar oluşturularak dizayn edilmiş o cafelerden hiç ama hiç eser yoktu. Neyse, bu farklı bir konunun yazısı.

Özetle her iki ülkede de wifi açısından herhangi bir zorluk yaşamadık. Tüm tatilimiz boyunca ülkelerin public wifi ağlarını kullandık. Kendilerini tebrik ederim.

*Bu arada Tokyo'da airbnb.com aracılığıyla ev kiralamıştık. Ev sahibi bize pocket wifi vermişti ve gün içerisinde sürekli pocket wifi'yi yanımızda taşıyorduk. Ancak hiç kullanmadık. İlk tercihimiz hep ücretsiz olan olduğu için boşu boşuna insanların kotasını bitirmeyelim dedik :)


5 Temmuz 2017 Çarşamba

Araç Kiralamak / Windycar, arguscarhire.com, Essence Car Rental, Avis Hakkında!

rent a car ile ilgili görsel sonucu

Bu zamana kadar araç kiralamak için üç farklı şirketle ayrı ayrı deneyimler yaşadım. Sizlerde araç kiralamak istiyorsanız ve “nereden araç KİRALAMAMAM gerekir” diye merak ediyorsanız sonuna kadar okuyun J

Araba kiralamak istemiştim ancak daha önce ne araç kiralamıştım, ne çevremde araç kiralayan vardı ne de öncesinde bu durumu planlamıştım. İlk aracımı Windycar’dan kiraladım ve sonrasında da ihtiyacım olduğunda her zaman araç kiralamaya karar verdim.


Windycar: Skyscanner.com’da araç kiralama bölümünde tarihleri, teslim alacağım yerin (Atatürk Havalimanı) bilgilerini girdim ve en ucuz araç windycar olarak karşıma çıktı. Bu sebeple ilk araç kiralama deneyimimdeki adresim windycar oldu. Site üzerinden ödeme yaptığımda daha ucuz oluyordu. (Bu tüm araç kiralama şirketleri için geçerli sanırım, online ödemeler daha ucuz –güya indirimli- oluyor.)
Aracı internet üzerinden kiraladım, ek sürücü için ayrıyeten bir ücret ödedim. Bir de aracı kiraladığımda karşıma ek sigorta çıktı. Ek sigorta seçeneğiyle belli bir limite kadar kullanıcı beyanıyla hasar sigorta tarafından karşılanıyordu. Ufak çizikler, lastik patlaması, cam kırılması vs.
Daha sonra Atatürk Havalimanına arkadaşımla birlikte gittik. Sözleşmeye her ikimizde imza attıktan sonra aracı teslim aldık. Araç teslim alınırken görevli araç üzerindeki kusurları kağıda işaretleyip bize teslim etti.
Aracı 3 gün için kiralamıştım. Cumartesi akşamı almıştım, Salı akşamı iade etmem gerekiyordu. Ancak Pazartesi günü öğle yemeği için Levent’e giderken aracın lastiği patladı. Hemen benzinciye gidip yedek lastiği taktırdık. Aracı da bu sebeple bir gün öncesinde teslim ettik çünkü yedek lastikle TEM’de araç yana yata yata gidiyordu.
Yaptırdığım ek sigorta lastik yarılmasını karşıladı. Evet aslında lastik patlamamış, yarılmıştı. Zaten ek sigorta da patlamaları değil yarılmaları karşılıyormuş. Ek olarak depozitodan 5 TL (aslında daha fazla olması gerekiyordu) OGS ücreti aldılar. Ve depozitoyu bana geri iade ettiler. Windycar’ı bu sebeple öneriyorum.

Arguscarhire.com aracılığı ile araç kiralamak: 19 Mayıs tatili için tekrardan araç kiralamak istedim ve tekrardan skyscanner.com’a girerek araçları listeledim. Bu sefer en ucuzu arguscarhire oldu ancak arguscarhire bir araç kiralama aracı şirketi. Örneğin biz o gün essence car rental’dan aracı arguscarhire.com aracılığı ile kiraladık. VE HAYATIMIZIN HATASINI YAPTIK.
Aracı kiralarken online ödeme seçeneğinde kısmi ödeme yapabiliyorduk kalanını ise ofiste ödeyebileceğimiz yazıyordu. Biz de iyiki kısmi ödeme yapmışız, tam ödeme yapsaydık daha fazla tutar ile dolandırılmış olacaktık!

Aracı 5 Mayıs tarihinde kiraladık. Kira gününe iki gün kala ar arda firma bizi 3 kere aradı. Bize araç ile nereye gideceğimizi sordular. Sordukları soruyu cevapladık ancak birkaç saat sonra farklı bir kişi arayarak sordu. (Windycar’da böyle bir şeyle karşılaşmadık.)
Kira gününe bir gün kala tekrardan aradılar ve kiraladığımız aracın müsait olmadığını ve EK BİR ÜCRET İLE daha üst model bir aracı alabileceğimizi söylediler. Önce tamam dedik ancak bu sefer tekrar aradılar ve kiralama saatimiz belli olmasına rağmen sürekli aracı ne zaman alacaksınız, siz ne taraftan geliyorsunuz, aracı biz getirelim dediler. Biz çalıştığımız için aracı iş çıkışı alabileceğimizi söyledik ancak ısrarla aracı kendileri getirmek istediler. Metro çıkışına getirebileceklerini söylediler ancak sözleşme nasıl imzalanacak, evrak fotokopileri nasıl alınacak vs vs. gibi sorular aklımızda uçuştu. Biz de firmaya güvenmedik ve aracı kiralamayacağımızı, ayrıca ek ücret ödemek istemediğimizi söyledik. Ve ardından rezervasyonumuz iptal edildi. Ancak hesabımızdan alınan ücret İADE EDİLMEDİ. (61,03 TL)

Sonrasında site üzerinden kayıt açtım, firmaya özel olarak ayrıca mail attım. Ancak hiçbir şekilde dönüş alamadım. En son bankama harcama itirazında bulundum. İtirazda bulunduktan bir süre sonra bana mail ile dönüş yaptılar. Olumsuzluk için özür dilediler ve incelediklerini söylediler. Ancak bugün tam 2 ay olmasına rağmen hala bir gelişme olmadı ve iade edilmedi. Bu sebeple hala banka tarafında harcama itirazımın sonuçlanmasını bekliyorum. Harcama itirazları en fazla 120 gün içerisinde sonuçlanıyormuş. Beklemekten başka çarem yok ancak arguscarhire.com ve ESSENCE CAR RENTAL’dan kesinlikle uzak durun.


Avis: Son anda aracımız iptal olunca ve tek müsait araç Avis’te olduğundan 19 Mayıs için Avis’ten araç kiraladık. Aralarında en profesyonel olanı kesinlikle Avis’ti. Aracı havalimanından teslim almaya gittik. Evrak işlemlerinden sonra servis ile bizi araçların olduğu yere götürdüler. Bizden herhangi bir ek ücret talep etmeden daha üst model bir araç kiraladılar. Seyahat sonrası ise bizi arayarak olumlu olumsuz görüşlerimizi istediler. Windycar daha uygun olduğu için ilk tercihim Windycar olur ancak Avis kesinlikle bu işte daha profesyonel.

17 Ekim 2014 Cuma

Barselona (İspanya) / 3 Günde Barselona'da Ne Yapılır?

 



Geçen sene bu aylarda İspanyolca kursuna yeni başlamıştım. O zamanlar bir gün İspanya'ya gideceğimi söyleseler inanmazdım, üstelik bu kadar kısa sürede. Meğerse hiçbir şey olanaksız değilmiş.

Gerçi yurt dışına gitme fikri de kursa gitmeye başladıktan sonra geldi. Sınıftaki herkes bir yerlere gitmişti. Ben sürekli onları dinliyor ve anlatacak bir şeyler bulamıyordum. Sonunda "neden olmasın ki?" dedik ablamla. Gitmemek için bir sebebimiz yok ki. İkimiz de çalışan insanlarız, ikimizin de ailesi katı insanlar değil çünkü ikimizinde ailesi aynı :P
E peki biz bu tatil planını nasıl mı yaptık? İspanya'ya gidebiliriz dedikten 3-4 ay sonra ablam Prag, Paris ve Viyana'ya gitti. O da arkadaşlarıyla kendi planlamıştı tatilini. Bu sebeple biz de babamın "turla gidin" ısrarlarına kulak asmadık ve Mayıs ayında Pegasus'un indirimlerini görünce Eylül ayına bilet aldık. Ancak dönüş biletimizi almadık çünkü Fransa ve İtalya konusunda tercih yapamadık. Bileti 240 TL'ye aldık. Ancak planımıza daha sonradan dahil olan arkadaşım bu fırsattan yararlanamadığı için 500 TL ödedi.
Ancak onun da öncesinde şunu belirteyim, İspanya Konsolosluğu bana ilk vize başvurum olmasına rağmen 2 aylık vize verdi. Aldığım biletler vs dışında, bir ay sonrasına da sadece rezervasyon koymuştum.
Yazının sonunda yurt dışına çıkarken neler yapmanız gerektiği konusuna değineceğim. Bu benim acemi turistliğimdi. Bir sonrakine korkun benden İspanyollar!!:))
Gitmeden önce Barselona hakkında çok araştırma yapmıştım, 3 günde nasıl gezebiliriz her yanı diye notlar tutup gitmiştim. Bu sebeple fazla zorlanmadık. Tek sorunumuz neyin nerede olduğunu bilememekti.
13 Eylül'de İstanbul'dan saat 10:40'ta uçağa bindik, İstanbul saatine göre 13:40'ta, Barselona saatine göre ise 12:40'ta ordaydık.
Uçaktan indikten sonra hava alanı çıkışından sağa doğru yürüyorsunuz, köprüden karşı tarafa geçip trene biniyorsunuz ki zaten bu köprünün sonu istasyona çıkıyor. Bu arada bindiğimiz trenlerin adı refne. Bu refneler metro istasyonlarından geçiyor ancak her istasyonda bulunmuyor. Örneğin bizim otele yakın iki adet metro istasyonu vardı (Girano ve Passeig de Gracia) ancak sadece bir tanesinde refne bulunuyordu.
Refne ile otele yakın olan ikinci durakta indik. İner inmez bizi kalabalık karşıladı ancak her sokağı kalabalık olan bir şehir değil Barselona. İstanbul'un onda biri bile değil bence :) Bilmiyorum belki de Eylül ayı olduğu için öyleydi.
Elimizde tekerlekli valizlerimizle ara sokaklarda karşımıza çıkan insanlara sora sora otelimizi bulduk. Otelin adı: TURİSMO URBANO
Rutubet kokan apartmanın merdivenlerinden çıkarken "biz nereye düştük böyle" dedim. Dördüncü katta kapıyı açar açmaz sağ tarafta masada oturan yaşlı adama rezervasyonumuz olduğunu söyleyip kağıdı uzattığımızda büyük bir büyüteçle kağıda bakmaya çalıştığını görünce ikinci kez bu cümleyi kurdum :)
Bu yaşlı adam bizi Barselona'ya yakın yerler hakkında bilgilendirip hırsızlıklar konusunda uyardı. Teşekkür edip iki kat aşağıdaki odamıza götürüldük. Sanırım kızı tarafından.
Bu sefer açılan kapı apartmanın ve adamın aksine fazlasıyla yeniydi. Uzun bir koridordan yürüyerek odamıza kavuştuk. Fazla büyük bir oda değildi. Tek artısı bahçenin yanında olmasıydı.
Biz bu otel için 3 kişi 3 gece için 240 Euro ödedik. Tabi ki erken rezervasyon ile.
İşte bizim odamız.
Odada bir adet vantilatör ve üç adet havlu vardı. Bunun dışında el sabunu bitmiş, şampuan zaten yok, saç kurutması ise bu durumda hayal edilemezdi. Neyse ki otele yakın olan DIA'dan sabun aldık. Saç kurutmasını ise yaşlı amcamızdan rica ettik. Kendisi bize minik bir saç kurutması verdi. 15 dakika çalışınca kendiliğinden kapanacak kadar da bozuktu :)
Barselona konaklama konusunda, özellikle de merkezdeyse gerçekten çok pahalı bir şehir. Biz bu otelden önce Hostal Q'da rezervasyon yaptırmıştık. Orada iki kişi 3 gece 240 euro, fazla bir kişi gelirse gecelik 30 euroydu. Bizim planlar değişip üç kişi olunca, biz de oteli fazla pahalı bulduk ve yakınlarında bulunan Turismo Urbano'da yer ayırttık.
Otelde wifi vardı ancak bizim oda sanırım fazla uzakta kaldığından bir çubuk çekiyor veya hiç çekmiyordu. Otelin yan tarafındaki spor salonunun internetini kullandık. Şifresizdi. Bu arada Barselona'da wifi konusunda hiç sıkıntı çekmiyorsunuz. Şehir merkezinde çoğu wifi zaten şifresizdi. Biz Park Guell'de bile wifi bulduk :)
Otel hakkında bilgi verdiğime göre gelelim ilk günümüzde neler yaptık:
Eşyaları yerleştirip ailelerimize haber verdikten sonra saatin 16:40 olduğunu farkettik. Hemen hazırlanıp 15 dakika yürüyüşle La Sagrada Familia'ya vardık.
Otelden çıkar çıkmaz bu adamı ve arabadaki bebeği görüpte imrenmemek elde mi?
Sagrada Familia'nın hikayesini İspanyolca kursuna gittiğim sıralar öğrenmiştim. Barselona'daki çoğu ünlü mimari yapının sahibi olan Antoni Gaudi bu kiliseyi yaparken bir gün kilisenin uzaktan nasıl göründüğüne bakmak istemiş. Geri geri giderken tramvayın altında kalmış ve ölmüş. Tabi ben bunun şehir efsanesi olduğunu düşünüyorum. Tıpkı hala bitmeyen bu kilisenin halkın yardımıyla tamamlandığını söyledikleri gibi. Gaudi öldüğünde bu kilise henüz bitmemiş ve mimari yapısı çok eski olduğu için ve ayrıca dediğim gibi, halk tarafından gönüllü olarak toplanan paralarla yapıldığı için günümüzde hala yapımı sürüyor. 2022 yılında bitmesi planlanıyormuş. Ancak ben bunun sadece turist çekmek amacıyla çıkarılan bir hikaye olduğunu düşünüyorum.
Kendi çekimimdir.
La Sagrada Familia (kendi çekimim)



İçeriye girmedik ancak etrafını gezdik. Bir zenciden 1 euroya magnet aldık. O kadar çok yorulmuştuk ki Dia'dan alışveriş yapıp otele döndük. Karnımızı doyurduk ve biraz dinlenelim daha sonra dışarı çıkarız diyerek uyuduk. Ancak o yorgunlukla kalkamadık ve birinci günümüz bu şekilde bitti.

İkinci gün metroyla Barceloneta'ya gittik. Metrodan indiğimizde 5-10 dakika yürüdükten sonra bir parkın içerisinden geçerek sahile gittik. Park bomboştu. Kumsalda denize girenler vardı ancak deniz pek temiz değildi. Tıpkı bizim Yeşilköy'deki deniz gibi, pisti. Kayalıklarda oturduk biraz ve daha sonra kumsalın oradaki Sal Cafe'ye gittik. Ve kahvelerimizi içtik.

Boş park dediğim yerin bir kısmı :)




Daha sonra otobüsle Park Güell'e gittik. Bu arada orada da Algida vardı ancak bizimkilerle pek alakasızdı. Örneğin bizdeki Twister orası 2 euro. Boyut olarak daha büyük ancak lezzet olarak yerlerde.
Twister
Bu arada görüldüğü gibi biletsiz binmenin cezası 100 euro.
 Bu arada ikinci günümüz Pazar günü olduğu için bütün mağazalar kapalıydı. Bu sebeple alışveriş yapma imkanımız olmadı. Mango, Zara, Bershka gibi mağazalara girip fiyat karşılaştırması yapamadık. Ancak ertesi günü baktığımızda bizdeki fiyatların daha uygun olduğunu anladık.

Park Güell'in tepesine kadar kadar çıktık. Bu arada girişin sağ tarafında uzun bir merdiven var. Bu merdiven tam tepeye kestirme çıkmaya yarıyormuş. Bunu dönüşte anladık tabi ki. Tepede Sagrada Familia'ya kadar her yer gözümüzün önündeydi. Bayıldık!


Park Güell. Fotoğraflar kendi çekimimdir.
Park Güell. Tepeye çıkan merdivenler.
Tepeden başka bir zoom görüntü.
Park Güell'de geçirdiğimiz saatlerden sonra otelin yolunu tuttuk. Bu sırada gitmeden önce Flamenko için baya araştırma yapmış ve en sonunda Los Tarantos'ta ( http://www.flamencotickets.com/los-tarantos-barcelona ) karar kılmıştım. Buraya giriş 10 euro ancak internetten alırsanız 8 euro oluyor. Elbette biz de otele döndüğümüzde biletleri internetten aldık. 1-2 saat dinlendikten sonra da akşam saat 8'de otelden çıktık. Önce Kapadokya adında Türk yemekleri yapan bir restoranta gittik. Ancak yemekleri hiç beğenmedik. Tabağımı bitiremedim bile. Oradan da yürüyerek Los Tarantos'a gittik. Tabi bulunduğumuz restorandan oraya gitmek biraz uzun sürdü. Üstelik biz her yere wifi ve içinde herhangi bir hat olmadan haritayı gösteren sevgili telefonum Nexus 4 ile gittiğimiz için ve telefon bize bu ıssız yol, burdan gitmeyin demediği için ara sokaklarını da görmüş olduk bu şehrin. Tarlabaşına benzeyen sokaklardan geçtik. Biraz ürkütücüydü açıkçası ancak yanımızdan geçenler bizi rahatsız etmedi. Bu sayede geldiğimizden beri gördüğümüz o sarışın, kumral, beyaz tenli über yakışıklı erkeklerin İspanyol değil Alman olduğunu da daha iyi anladık. Ben İspanyolları pek beğenmiyorum açıkçası. Çünkü esmer erkeklerden hoşlanmıyorum. İspanyollarda fazla esmer canım. Oradayken şu cümleyi kurdum: "al bizim doğunun yağız delikanlısını, yükle İspanyolcayı hooop oldu İspanyol" Gerçekten de bu şekilde.
Los Tarantos ünlü Ramblas caddesinin bir arka sokağındaydı. Kapısındaki kuyrukta 15-20 dakika bekledikten sonra içeriye gittik. Küçük bir mekandı ancak gösteri şahaneydi. Toplamla 1 saat sürdü. Söyleyen adamın sesi ve dans eden adam bir harikaydı. Bayıldım!
Gösteri saat 22:30'da bitti. Biz de otobüs ile otelimize döndük. Otobüs durağında sarhoş gençler vardı ancak bize laf atmadılar. Kafalarını çevirip bakmadılar bile. Bizde aynı olay olsa düşünemiyorum.

Üçüncü gün Pazartesi olduğu için kahvaltımızı yapar yapmaz mağazaları gezdik. Hediyelik eşyalar aldık. Muy muchos adlı mağazada harika şeyler vardı! Casa Batllo ve Casa Morena'ya da gittik. Las Ramblas'ı turladık. Meyve salatalarına bayıldık. İstanbul adlı restoranda damak tadımıza uygun köfte ve patatesler yedik. Tabi ki ünlü Barselona Katedrali'ne de gittik ancak şort giydiğimiz için içeri giremedik. Uzun etek veya pantolon, göğüs dekoltesi olmayan bir bluzla içeri girebiliyorsunuz. Ah keşke bilseydik!








Biz asıl Barselona'nın tadını Pazartesi günü aldık ve hafta sonunu keşke burada ziyan etmeseydik dedik. Çünkü hafta sonu gerçekten de her yer bomboştu. Pazartesi günü ise sabah uyanıp dışarı çıktığımızda insanlarda trafik gibi sokaklarda akıyordu. Siz de mutlaka tatil planınızı hafta içine ayırın. Böylece turistler dışında İspanyol halkını da görme fırsatınız olur.

Bunlar piksellere bölünmüş telefonum ile çektiğim fotoğraflar:


Katedral'e giderken.


Meyve suyu.
Gösteri boyunca şu gördüğünüz adamın ayağı sahnedeydi.

Los Tarantos. Harika dansçı adam.

Meyve salatası.

Mumya müzesi. Açık olduğu saatleri kaçırdığımız için giremedik.

Los Tarantos

İstanbul adlı restorandan.

Las Ramblas caddesi.


Bunlar ise fotoğraf makinesi ile çekmiş olduğum fotoğraflar:





Katedral.

Katedral.

Katedral.



Barselona'da dikkatimi çeken pek çok şey oldu. İlk olarak metro dahil otobüs ve taksi gibi ulaşım araçlarını kullananları çoğu kadındı :) Biz bu duruma bayıldık. İkinci dikkatimi çeken şey ise ne site ne de bizim gibi sanki hepsi aynı fabrikadan çıkmış gibi dikilen binaların hiçbiri yoktu. Bütün binalarda harika detaylar vardı. Sanki hepsi tarihi binaydı da insanlar müzelerde oturuyormuş gibi. Yüksek binaların hayali bile kurulamaz zaten böyle bir yerde. Olmadığını söylememe gerek bile yoktur. Peşimize takılan, laf atan kimseyi görmedik. Ayrıca insanlar güzel olmak için de çabalamıyordu. Her şey ve herkes tam bir şehir gibiydi. Son olarak dikkatimi çeken olay ise yaşlı çiftlerin sürekli el ele, göz göze olmasıydı. Hatta bir keresinde dedemiz elinden tuttuğu ninemizin poposunu elliyordu. Bizimkilerin yaşlandıkları vakit aynı odada bile yatmadığı geldi aklıma. Burada ise liseli aşıklardan farkları yoktu. Bayıldım!
Bu şehirde tek sıkıntı mekanların saat 8-9 gibi kapanıyor olması. Üstelik Türkiye'de bu mekanlar Pazar günü tıklım tıklımken, AVM'lerin önünde ekmek kuyruğu gibi sıra oluyorken burada mağazaların kapalı olmasına akıl erdiremiyorduk. Daha sonra bir Avrupa ülkesinde olduğumuz aklıma geldi. Yani burada öncelik insanın cebi değil, insanın hayatıydı!
Bunun dışında da yemek olayı bizim için fazla sıkıntılıydı. İnternette daha önceden okumuştum, tavsiye edilen yemekleri veya mekanları da görmüştüm ancak hiçbiri "içinde domuz ürünü yok" diye uyarmadığı için biz de dışarıda yemek yemedik. Evet zordu, aç kaldık. Marketten aldığımız hiçbir şeyin de tadı yoktu. Ne turşunun, ne peynirin, ne de zeytinin. Yiyemeden otel odasında bıraktık onları. Arkadaşımın annesinin yaptığı sarma ve böreklerle idare ettik ilk gün. İkinci gün bahsettiğim Kapadokya adlı restoran da bizi hayal kırıklığına uğrattı. Sadece İstanbul adlı restoranı tavsiye edebiliyorum bu yüzden. Eğer yemek olayı benim için sorun olmasaydı ben burada ömür boyu yaşamak için şimdiden çalışmalara başlardım. İnsan kendi kıymetini hissediyor bu şehirde.
Bu ilk yurt dışı deneyimimle birlikte bir sonraki seyahatimde mutlaka yanımda atıştırmalık yiyecekler götüreceğim. Dolma olabilir, börek olabilir veya kurabiye, kek fark etmez. Biz yola çıkacağımız gece hazırladık valizleri, fazla yoğun bir hafta geçirdiğimiz için. Dolayısıyla yanımıza hiçbir şey almadık. Zaten insanın midesi tok olunca yanında ne götüreceğini de bilemiyor. Sakın buradan oraya yemek mi gider demeyin. Biz dedik, yanıldığımızı anladık. Eğer bizim gibi fazla yeni lezzetlere açık değilseniz ve domuz eti, yağı konusunda pek istekli değilseniz, söylediğimi kesinlikle dikkate alın.

Bu arada bir sonraki rotamız İspanya'nın harika adası Mallorca ve Fransa'nın berbat şehri Marsilya idi. Ancak bununla ilgili bir yazı yazar mıyım bilmiyorum. Bu yazdığım yazının ne kadar ilgi duyacağına bağlı. Çünkü bir seyahat yazısı yazmak o kadar da kolay değilmiş!


13 Mart 2014 Perşembe

İstanbul / Adalar




Türkiye'nin en kalabalık ve bana göre dünyanın en güzel şehridir İstanbul. Adına onca şiirler yazılmış, milyonlarca insana yuva olmuş, yaşamlarına hikaye yaratmış güzelim İstanbul'um. Burada doğduğum, büyüdüğüm ve yaşadığım için her gün şükrediyorum. Her ne kadar çok fazla el değiştirdiğinden Roma dönemine ait pek çok yapıyı şuan göremesekte, elde kalanlar bile İstanbul'un dünyanın en güzel şehri olması için yeterli benim için.



İstanbul'un bilinen ilk ismi Byzantion,
Augusta Antonina ise ikinci ismidir. Roma İmparatoru Severus'un oğlu şerefine konulmuştur.
Nova Roma yani Yeni Roma adı ise benimsenmemiş ve kısa süreli olarak kullanılmıştır.
Konstantinopolis adı ise Cumhuriyet kurulduğundan sonra, ilk 7 yıl boyunca batılılar tarafından bilinen ismidir. Oysa Fatih Sultan Mehmet 1453 yılında şehri fethettiğinde adı Konstantiniyye olarak değiştirmişti.
Son olarak 28 Mart 1930 tarihinde kentin ismi resmen değiştirilerek İstanbul adını almıştır.

Bilinen ilk ismi Byzantion olsa bile İstanbul'un tarihi daha eskilere dayanmaktadır. Bu döneme "Tarih Öncesi Dönemi" denir. Yapılan kazılara göre Neolitik ve Kalkolitik insanların yaşadığı sanılmaktadır ve Ortaçağ'a ait bulgular bulunmuştur.

Marmaray için yapılan kazılarda ise Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağı'na ait kalıntılar bulundu. Yani bu şehirin tarihi MÖ 13. yüzyıllara kadar dayanmaktadır. Böyle bir şehirde yaşarken ben nasıl başka ülkelere, başka şehirlere hayran kalabilirim ki?

Kısaca tarihi bilgilerimizi verdiğimize göre günümüz İstanbul'unda nereler gezilir, nereye gidilir gibi konulara değinelim.
39 tane ilçesi vardır İstanbul'un. 25'i Avrupa Yakası'nda, 14'ü Anadolu Yakası'ndadır. Bana göre Anadolu Yakası sessiz ve sakinliğini, Avrupa Yakası ise hareket ve canlılığı temsil ediyor.

Bir farklılık yapıp gezilecek görülecek yerleri ilçe ilçe yazmak istiyorum. İstanbul'a bir de ilçe ilçe bakalım, görelim, tanıyalım.

A'dan Z'ye İstanbul İlçeleri


Adalar Büyükçekmece Maltepe
Arnavutköy Çatalca Pendik
Ataşehir Çekmeköy Sancaktepe
Avcılar Esenler Sarıyer
Bağcılar Esenyurt Silivri
Bahçelievler Eyüp Sultanbeyli
Bakırköy Fatih Sultangazi
Başakşehir Gaziosmanpaşa Şile
Bayrampaşa Güngören Şişli
Beşiktaş Kadıköy Tuzla
Beykoz Kâğıthane Ümraniye
Beylikdüzü Kartal Üsküdar
Beyoğlu Küçükçekmece Zeytinburnu

Elbette ben bu güzelim şehri tek bir konuya sığdıramam. İstanbul'a haksızlık olur. Bu sebeple hepsini teker teker nakış gibi işleyeceğiz.

İlk durak; Adalar

Adalar - Prens Adaları

Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedefadası, Sivriada, Yassıada, Kaşık Adası ve Tavşan Adası olmak üzere 8 adayı kapsamaktadır. İstanbul Adaları'nın, özellikle Bizans döneminde saray mensuplarının sürgün yerleri olduğu için Prens Adaları diye adlandırıldığı söylenir. Ayrıca bilinmesi gerekir ki Fatih Sultan Mehmet Adalar'ı İstanbul'un fethinden 1 ay önce almıştır.

En büyüğü Büyükada'ya (yani benim en sevdiğim ada), İDO, tur firmaları veya vapur ile gidebilirsiniz. Biz genellikle Kabataş İskelesi'nden kalkan vapurları tercih ediyoruz. Kabataş'dan Büyükada'ya seyahat süresi 2 saattir.
7 plaja ev sahipliği yapar Büyükada. Tabi benim gibiler Marmara Denizi'nde yüzmek değil, seyretmek ister. Üzerinde vapurla dolaşıp martılara simit atmak ister.
Böyle büyük bir adada yürümek yaz aylarında tavsiye edilmez. Bunun yerine bisiklet kiralayabilirsiniz. Biz ilk kiraladığımız zaman 10 TL'ye bütün gün bisiklet sürmüştük. Bir sonraki sene ise 15 TL. İki sene öncesinden bahsediyorum. Ve bu yıl tüm gün bisiklet kiralama bedeli: 30 TL!!! Delirmişler resmen. Biraz daha araştırdığınızda 25 TL'ye buluyorsunuz.
Örneğin biz bu yaz 11 kişi Büyükada'ya gittik. En ucuz 20 TL'ye bisiklet kiralayacak yer bulduk ancak 11 kişi 220 TL ettiğinden bunun gereksiz olduğunu düşünüp yürümeye karar verdik. Sandığım kadar yorucu değildi. 
Çünkü zamanla insan yorulduğu için yokuşları bisikletle birlikte yürüyerek çıkıyor. Biz ise sadece kendimizi taşımak zorunda kaldık :)
Tepeden geri meydana inmek istediğinizde geldiğiniz yönden dönün. Biz adanın diğer taraflarını da gezmek istediğimiz ve biraz da bilmediğimiz için tam 2,5 buçuk saat yürüdük ve vapuru kaçırdık! 



Heybeliada'ya da ilk kez geçen yaz gittim. İskelede sizi bembeyaz binasıyla Deniz Lisesi karşılar. Büyükada kadar büyük olmadığı ve çok fazla yokuşu olmadığı için piknik yapmaya gidenler bisiklet kiralamayabilir. Biz bu sefer kiralamamıştık.
Piknik alanına giriş 2,5 TL idi yanlış hatırlamıyorsam. Alan geniş ve temiz. Arkanızda deniz, boğaza tercih edilebilir. Kirli havadan biraz bile uzakta olmak, bir yanınızda ağaçları diğer yanınızda denizi görmek inanılmaz bir mutluluk kaynağı.
Türkiye'nin ilk verem hastanesi Sanatoryum Heybeliada'da bulunmaktadır. Aynı zamanda Hüseyin Rahmi Gürpınarın bir zamanlar ikamet ettiği ev olan müzeyi gezebilir, İsmet İnönü'nün köşkünü ziyaret edebilirsiniz. Aynı zamanda birçok kilise bulunmaktadır. Aya Yorgi Uçurum Kilisesi, Ayios Nikolos Kilisesi, Aya Triada Manastırı, Aya Spridon Manastırı. Heybeliada'nın en güzel eserlerinden biri de Süslü Mezar'dır. Ve son olarak Çam Limanı'nı görmeden dönmeyin.

Burgazada üçüncü büyüklükteki adadır. Yolculuk 1 saat sürüyor. Burgazada'dan Heybeliada ve Kaşık adasını görebilmeniz mümkündür. (Kaşık adası, kaşığa benzediği için bu adı almıştır. Vapur seferi bulunmayan bu adanın eski adı Pita'dır. Adada 2 ev ve basit bir iskele bulunmakla birlikte günümüzde bir turizm şirketine satılmıştır.) Adadaki tek tepe Bayrak tepesidir. Manzarayı burdan izleyebilirsiniz. Herkesin faydalanabileceği bir de öğretmen evi bulunmaktadır. Şairimiz Sait Faik Abasıyanık'ın evini müzeye dönüştüğü için gezmeniz mümkün. 

Kınalıada'da diğer adalar gibi sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Hatta Bizans Roma İmparatoru Romen'de buraya sürgün edilmişti. Osmanlı'ya ait pek çok köşkler, konaklar, yalılar bulunmaktadır. 
Genellikle yüzmek için tercih edilen adadır. Birçok plaj vardır. Ayrıca Kınalıada'da diğer adalarda olduğu gibi fayton bulunmamaktadır. Belediye minibüsleri bulunmaktadır. Kabataş’tan hareket eden vapurlarla 1 saatte, deniz otobüsleriyle 40 dakikada, Bostancı’dan hareket eden motorlarla ise 30 dakikada Kınalı Ada’ya varabilirsiniz. 

Sedef Adası, Prens Adaları’nın en küçüğü, en tenhası ve en bilinmeyenidir.  Ada, 1850'de Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa'nın mülkiyetine geçmiş, paşa adaya zeytin ağaçları dikmiş ve sebze yetiştirmiştir. Paşa'nın ölümü üzerine ada bakımsız kalmış, 1. Dünya Savaşı sırasında da adanın tüm ağaçları kesilmiştir. İstanbul'un işgali sırasında müttefiklerin eline geçen Yavuz Zırhlısı uzun süre buraya demirlemiştir.
Fethi Ahmet Paşa'nin torunları, adayı seçkin insanların yaşadığı bir yerleşim yeri yapmaya çalışmış, bu amaçla bir konut kooperatif kurmuş, binlerce ağaç diktirmiş ve villalar inşa ettirmişlerdir.Kooperatifleri inşa eden mimar Tarabya Oteli'nin mimarı Kadri Eroğan'dır. Üzerinde gezilecek pek fazla yer olmaması ve vapur seferlerinin seyrekliği nedeniyle tercih edilmez. Ama yine de halk arasında en temiz denize sahip yer olarak gösterilir. Adaya bisikletle gelmeyin, doyasıya gezecek kadar yer yok. Sedef Adası’nda konaklama imkanı bulunmuyor, vapur saatini dikkatli ayarlayın.

Yassıada, Sivriada ve Tavşan Adası için Hayırsız Adalar tabiri kullanılır. SivriadaHayırsızadalar'ın İstanbul'a en yakın, Adalar'a en uzak ve en batıda olanıdır. Piramide benzeyen sivri bir kayalıktan oluştuğu için Sivriada diye tanınır. Adada, 10. yüzyıldan kalma, bugün sadece bazı kalıntıları mevcut olan bir manastır vardır. Adada ikamet yoktur. 1910 yilinda Istanbul valisi sokak köpeklerinin toplanip Sivriada'ya gonderilmesine karar verir. Yaklasik 80.000 sokak köpegi buraya konulup ölüme terkedilmiştir. Bu olaydan kisa bir sure sonra Istanbul'da meydana gelen buyuk depremi sehir halki "tanrinin gazabi" olarak nitelendirir ve sağ kalan köpekler şehre geri getirilir. 

Yassıada ise Demokrasi ve Özgürlük Adası olarakta bilinir. Biri sivri, diğeri yassı görünümlü olan, birbirine yakın iki metruk adadan yassı olanıdır. 27 Mayıs Darbesi döneminde burada gerçekleştirilen ve Demokrat Partililerin (DP) yargılandığı Yassıada Yargılamaları ile de tanınır. 1960 darbesinden sonra burada kurulan mahkemelerde Demokrat Partililer yargılanmıştır. Mahkeme sonunda idam cezasına mahkum edilen 15 sanıktan Adnan MenderesHasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun cezaları İmralı Adası'nda infaz edildi. 

Tavşan Adası ya da Balıkçı Adası ise ağaçsız, çıplak bir kara parçasıdır. Adada hem küçüklüğü hem de çoraklığı sebebiyle yerleşim yeri yoktur. Öteki Hayırsız Adalar gibi Neandros'ta da adatavşanı çok olduğu için halk bu adaya Tavşan Adası ismini takmıştır.


Copyright © 2014 mostepotente