mallorcada gezilecek yerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mallorcada gezilecek yerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2014 Cuma

Barselona (İspanya) / 3 Günde Barselona'da Ne Yapılır?

 



Geçen sene bu aylarda İspanyolca kursuna yeni başlamıştım. O zamanlar bir gün İspanya'ya gideceğimi söyleseler inanmazdım, üstelik bu kadar kısa sürede. Meğerse hiçbir şey olanaksız değilmiş.

Gerçi yurt dışına gitme fikri de kursa gitmeye başladıktan sonra geldi. Sınıftaki herkes bir yerlere gitmişti. Ben sürekli onları dinliyor ve anlatacak bir şeyler bulamıyordum. Sonunda "neden olmasın ki?" dedik ablamla. Gitmemek için bir sebebimiz yok ki. İkimiz de çalışan insanlarız, ikimizin de ailesi katı insanlar değil çünkü ikimizinde ailesi aynı :P
E peki biz bu tatil planını nasıl mı yaptık? İspanya'ya gidebiliriz dedikten 3-4 ay sonra ablam Prag, Paris ve Viyana'ya gitti. O da arkadaşlarıyla kendi planlamıştı tatilini. Bu sebeple biz de babamın "turla gidin" ısrarlarına kulak asmadık ve Mayıs ayında Pegasus'un indirimlerini görünce Eylül ayına bilet aldık. Ancak dönüş biletimizi almadık çünkü Fransa ve İtalya konusunda tercih yapamadık. Bileti 240 TL'ye aldık. Ancak planımıza daha sonradan dahil olan arkadaşım bu fırsattan yararlanamadığı için 500 TL ödedi.
Ancak onun da öncesinde şunu belirteyim, İspanya Konsolosluğu bana ilk vize başvurum olmasına rağmen 2 aylık vize verdi. Aldığım biletler vs dışında, bir ay sonrasına da sadece rezervasyon koymuştum.
Yazının sonunda yurt dışına çıkarken neler yapmanız gerektiği konusuna değineceğim. Bu benim acemi turistliğimdi. Bir sonrakine korkun benden İspanyollar!!:))
Gitmeden önce Barselona hakkında çok araştırma yapmıştım, 3 günde nasıl gezebiliriz her yanı diye notlar tutup gitmiştim. Bu sebeple fazla zorlanmadık. Tek sorunumuz neyin nerede olduğunu bilememekti.
13 Eylül'de İstanbul'dan saat 10:40'ta uçağa bindik, İstanbul saatine göre 13:40'ta, Barselona saatine göre ise 12:40'ta ordaydık.
Uçaktan indikten sonra hava alanı çıkışından sağa doğru yürüyorsunuz, köprüden karşı tarafa geçip trene biniyorsunuz ki zaten bu köprünün sonu istasyona çıkıyor. Bu arada bindiğimiz trenlerin adı refne. Bu refneler metro istasyonlarından geçiyor ancak her istasyonda bulunmuyor. Örneğin bizim otele yakın iki adet metro istasyonu vardı (Girano ve Passeig de Gracia) ancak sadece bir tanesinde refne bulunuyordu.
Refne ile otele yakın olan ikinci durakta indik. İner inmez bizi kalabalık karşıladı ancak her sokağı kalabalık olan bir şehir değil Barselona. İstanbul'un onda biri bile değil bence :) Bilmiyorum belki de Eylül ayı olduğu için öyleydi.
Elimizde tekerlekli valizlerimizle ara sokaklarda karşımıza çıkan insanlara sora sora otelimizi bulduk. Otelin adı: TURİSMO URBANO
Rutubet kokan apartmanın merdivenlerinden çıkarken "biz nereye düştük böyle" dedim. Dördüncü katta kapıyı açar açmaz sağ tarafta masada oturan yaşlı adama rezervasyonumuz olduğunu söyleyip kağıdı uzattığımızda büyük bir büyüteçle kağıda bakmaya çalıştığını görünce ikinci kez bu cümleyi kurdum :)
Bu yaşlı adam bizi Barselona'ya yakın yerler hakkında bilgilendirip hırsızlıklar konusunda uyardı. Teşekkür edip iki kat aşağıdaki odamıza götürüldük. Sanırım kızı tarafından.
Bu sefer açılan kapı apartmanın ve adamın aksine fazlasıyla yeniydi. Uzun bir koridordan yürüyerek odamıza kavuştuk. Fazla büyük bir oda değildi. Tek artısı bahçenin yanında olmasıydı.
Biz bu otel için 3 kişi 3 gece için 240 Euro ödedik. Tabi ki erken rezervasyon ile.
İşte bizim odamız.
Odada bir adet vantilatör ve üç adet havlu vardı. Bunun dışında el sabunu bitmiş, şampuan zaten yok, saç kurutması ise bu durumda hayal edilemezdi. Neyse ki otele yakın olan DIA'dan sabun aldık. Saç kurutmasını ise yaşlı amcamızdan rica ettik. Kendisi bize minik bir saç kurutması verdi. 15 dakika çalışınca kendiliğinden kapanacak kadar da bozuktu :)
Barselona konaklama konusunda, özellikle de merkezdeyse gerçekten çok pahalı bir şehir. Biz bu otelden önce Hostal Q'da rezervasyon yaptırmıştık. Orada iki kişi 3 gece 240 euro, fazla bir kişi gelirse gecelik 30 euroydu. Bizim planlar değişip üç kişi olunca, biz de oteli fazla pahalı bulduk ve yakınlarında bulunan Turismo Urbano'da yer ayırttık.
Otelde wifi vardı ancak bizim oda sanırım fazla uzakta kaldığından bir çubuk çekiyor veya hiç çekmiyordu. Otelin yan tarafındaki spor salonunun internetini kullandık. Şifresizdi. Bu arada Barselona'da wifi konusunda hiç sıkıntı çekmiyorsunuz. Şehir merkezinde çoğu wifi zaten şifresizdi. Biz Park Guell'de bile wifi bulduk :)
Otel hakkında bilgi verdiğime göre gelelim ilk günümüzde neler yaptık:
Eşyaları yerleştirip ailelerimize haber verdikten sonra saatin 16:40 olduğunu farkettik. Hemen hazırlanıp 15 dakika yürüyüşle La Sagrada Familia'ya vardık.
Otelden çıkar çıkmaz bu adamı ve arabadaki bebeği görüpte imrenmemek elde mi?
Sagrada Familia'nın hikayesini İspanyolca kursuna gittiğim sıralar öğrenmiştim. Barselona'daki çoğu ünlü mimari yapının sahibi olan Antoni Gaudi bu kiliseyi yaparken bir gün kilisenin uzaktan nasıl göründüğüne bakmak istemiş. Geri geri giderken tramvayın altında kalmış ve ölmüş. Tabi ben bunun şehir efsanesi olduğunu düşünüyorum. Tıpkı hala bitmeyen bu kilisenin halkın yardımıyla tamamlandığını söyledikleri gibi. Gaudi öldüğünde bu kilise henüz bitmemiş ve mimari yapısı çok eski olduğu için ve ayrıca dediğim gibi, halk tarafından gönüllü olarak toplanan paralarla yapıldığı için günümüzde hala yapımı sürüyor. 2022 yılında bitmesi planlanıyormuş. Ancak ben bunun sadece turist çekmek amacıyla çıkarılan bir hikaye olduğunu düşünüyorum.
Kendi çekimimdir.
La Sagrada Familia (kendi çekimim)



İçeriye girmedik ancak etrafını gezdik. Bir zenciden 1 euroya magnet aldık. O kadar çok yorulmuştuk ki Dia'dan alışveriş yapıp otele döndük. Karnımızı doyurduk ve biraz dinlenelim daha sonra dışarı çıkarız diyerek uyuduk. Ancak o yorgunlukla kalkamadık ve birinci günümüz bu şekilde bitti.

İkinci gün metroyla Barceloneta'ya gittik. Metrodan indiğimizde 5-10 dakika yürüdükten sonra bir parkın içerisinden geçerek sahile gittik. Park bomboştu. Kumsalda denize girenler vardı ancak deniz pek temiz değildi. Tıpkı bizim Yeşilköy'deki deniz gibi, pisti. Kayalıklarda oturduk biraz ve daha sonra kumsalın oradaki Sal Cafe'ye gittik. Ve kahvelerimizi içtik.

Boş park dediğim yerin bir kısmı :)




Daha sonra otobüsle Park Güell'e gittik. Bu arada orada da Algida vardı ancak bizimkilerle pek alakasızdı. Örneğin bizdeki Twister orası 2 euro. Boyut olarak daha büyük ancak lezzet olarak yerlerde.
Twister
Bu arada görüldüğü gibi biletsiz binmenin cezası 100 euro.
 Bu arada ikinci günümüz Pazar günü olduğu için bütün mağazalar kapalıydı. Bu sebeple alışveriş yapma imkanımız olmadı. Mango, Zara, Bershka gibi mağazalara girip fiyat karşılaştırması yapamadık. Ancak ertesi günü baktığımızda bizdeki fiyatların daha uygun olduğunu anladık.

Park Güell'in tepesine kadar kadar çıktık. Bu arada girişin sağ tarafında uzun bir merdiven var. Bu merdiven tam tepeye kestirme çıkmaya yarıyormuş. Bunu dönüşte anladık tabi ki. Tepede Sagrada Familia'ya kadar her yer gözümüzün önündeydi. Bayıldık!


Park Güell. Fotoğraflar kendi çekimimdir.
Park Güell. Tepeye çıkan merdivenler.
Tepeden başka bir zoom görüntü.
Park Güell'de geçirdiğimiz saatlerden sonra otelin yolunu tuttuk. Bu sırada gitmeden önce Flamenko için baya araştırma yapmış ve en sonunda Los Tarantos'ta ( http://www.flamencotickets.com/los-tarantos-barcelona ) karar kılmıştım. Buraya giriş 10 euro ancak internetten alırsanız 8 euro oluyor. Elbette biz de otele döndüğümüzde biletleri internetten aldık. 1-2 saat dinlendikten sonra da akşam saat 8'de otelden çıktık. Önce Kapadokya adında Türk yemekleri yapan bir restoranta gittik. Ancak yemekleri hiç beğenmedik. Tabağımı bitiremedim bile. Oradan da yürüyerek Los Tarantos'a gittik. Tabi bulunduğumuz restorandan oraya gitmek biraz uzun sürdü. Üstelik biz her yere wifi ve içinde herhangi bir hat olmadan haritayı gösteren sevgili telefonum Nexus 4 ile gittiğimiz için ve telefon bize bu ıssız yol, burdan gitmeyin demediği için ara sokaklarını da görmüş olduk bu şehrin. Tarlabaşına benzeyen sokaklardan geçtik. Biraz ürkütücüydü açıkçası ancak yanımızdan geçenler bizi rahatsız etmedi. Bu sayede geldiğimizden beri gördüğümüz o sarışın, kumral, beyaz tenli über yakışıklı erkeklerin İspanyol değil Alman olduğunu da daha iyi anladık. Ben İspanyolları pek beğenmiyorum açıkçası. Çünkü esmer erkeklerden hoşlanmıyorum. İspanyollarda fazla esmer canım. Oradayken şu cümleyi kurdum: "al bizim doğunun yağız delikanlısını, yükle İspanyolcayı hooop oldu İspanyol" Gerçekten de bu şekilde.
Los Tarantos ünlü Ramblas caddesinin bir arka sokağındaydı. Kapısındaki kuyrukta 15-20 dakika bekledikten sonra içeriye gittik. Küçük bir mekandı ancak gösteri şahaneydi. Toplamla 1 saat sürdü. Söyleyen adamın sesi ve dans eden adam bir harikaydı. Bayıldım!
Gösteri saat 22:30'da bitti. Biz de otobüs ile otelimize döndük. Otobüs durağında sarhoş gençler vardı ancak bize laf atmadılar. Kafalarını çevirip bakmadılar bile. Bizde aynı olay olsa düşünemiyorum.

Üçüncü gün Pazartesi olduğu için kahvaltımızı yapar yapmaz mağazaları gezdik. Hediyelik eşyalar aldık. Muy muchos adlı mağazada harika şeyler vardı! Casa Batllo ve Casa Morena'ya da gittik. Las Ramblas'ı turladık. Meyve salatalarına bayıldık. İstanbul adlı restoranda damak tadımıza uygun köfte ve patatesler yedik. Tabi ki ünlü Barselona Katedrali'ne de gittik ancak şort giydiğimiz için içeri giremedik. Uzun etek veya pantolon, göğüs dekoltesi olmayan bir bluzla içeri girebiliyorsunuz. Ah keşke bilseydik!








Biz asıl Barselona'nın tadını Pazartesi günü aldık ve hafta sonunu keşke burada ziyan etmeseydik dedik. Çünkü hafta sonu gerçekten de her yer bomboştu. Pazartesi günü ise sabah uyanıp dışarı çıktığımızda insanlarda trafik gibi sokaklarda akıyordu. Siz de mutlaka tatil planınızı hafta içine ayırın. Böylece turistler dışında İspanyol halkını da görme fırsatınız olur.

Bunlar piksellere bölünmüş telefonum ile çektiğim fotoğraflar:


Katedral'e giderken.


Meyve suyu.
Gösteri boyunca şu gördüğünüz adamın ayağı sahnedeydi.

Los Tarantos. Harika dansçı adam.

Meyve salatası.

Mumya müzesi. Açık olduğu saatleri kaçırdığımız için giremedik.

Los Tarantos

İstanbul adlı restorandan.

Las Ramblas caddesi.


Bunlar ise fotoğraf makinesi ile çekmiş olduğum fotoğraflar:





Katedral.

Katedral.

Katedral.



Barselona'da dikkatimi çeken pek çok şey oldu. İlk olarak metro dahil otobüs ve taksi gibi ulaşım araçlarını kullananları çoğu kadındı :) Biz bu duruma bayıldık. İkinci dikkatimi çeken şey ise ne site ne de bizim gibi sanki hepsi aynı fabrikadan çıkmış gibi dikilen binaların hiçbiri yoktu. Bütün binalarda harika detaylar vardı. Sanki hepsi tarihi binaydı da insanlar müzelerde oturuyormuş gibi. Yüksek binaların hayali bile kurulamaz zaten böyle bir yerde. Olmadığını söylememe gerek bile yoktur. Peşimize takılan, laf atan kimseyi görmedik. Ayrıca insanlar güzel olmak için de çabalamıyordu. Her şey ve herkes tam bir şehir gibiydi. Son olarak dikkatimi çeken olay ise yaşlı çiftlerin sürekli el ele, göz göze olmasıydı. Hatta bir keresinde dedemiz elinden tuttuğu ninemizin poposunu elliyordu. Bizimkilerin yaşlandıkları vakit aynı odada bile yatmadığı geldi aklıma. Burada ise liseli aşıklardan farkları yoktu. Bayıldım!
Bu şehirde tek sıkıntı mekanların saat 8-9 gibi kapanıyor olması. Üstelik Türkiye'de bu mekanlar Pazar günü tıklım tıklımken, AVM'lerin önünde ekmek kuyruğu gibi sıra oluyorken burada mağazaların kapalı olmasına akıl erdiremiyorduk. Daha sonra bir Avrupa ülkesinde olduğumuz aklıma geldi. Yani burada öncelik insanın cebi değil, insanın hayatıydı!
Bunun dışında da yemek olayı bizim için fazla sıkıntılıydı. İnternette daha önceden okumuştum, tavsiye edilen yemekleri veya mekanları da görmüştüm ancak hiçbiri "içinde domuz ürünü yok" diye uyarmadığı için biz de dışarıda yemek yemedik. Evet zordu, aç kaldık. Marketten aldığımız hiçbir şeyin de tadı yoktu. Ne turşunun, ne peynirin, ne de zeytinin. Yiyemeden otel odasında bıraktık onları. Arkadaşımın annesinin yaptığı sarma ve böreklerle idare ettik ilk gün. İkinci gün bahsettiğim Kapadokya adlı restoran da bizi hayal kırıklığına uğrattı. Sadece İstanbul adlı restoranı tavsiye edebiliyorum bu yüzden. Eğer yemek olayı benim için sorun olmasaydı ben burada ömür boyu yaşamak için şimdiden çalışmalara başlardım. İnsan kendi kıymetini hissediyor bu şehirde.
Bu ilk yurt dışı deneyimimle birlikte bir sonraki seyahatimde mutlaka yanımda atıştırmalık yiyecekler götüreceğim. Dolma olabilir, börek olabilir veya kurabiye, kek fark etmez. Biz yola çıkacağımız gece hazırladık valizleri, fazla yoğun bir hafta geçirdiğimiz için. Dolayısıyla yanımıza hiçbir şey almadık. Zaten insanın midesi tok olunca yanında ne götüreceğini de bilemiyor. Sakın buradan oraya yemek mi gider demeyin. Biz dedik, yanıldığımızı anladık. Eğer bizim gibi fazla yeni lezzetlere açık değilseniz ve domuz eti, yağı konusunda pek istekli değilseniz, söylediğimi kesinlikle dikkate alın.

Bu arada bir sonraki rotamız İspanya'nın harika adası Mallorca ve Fransa'nın berbat şehri Marsilya idi. Ancak bununla ilgili bir yazı yazar mıyım bilmiyorum. Bu yazdığım yazının ne kadar ilgi duyacağına bağlı. Çünkü bir seyahat yazısı yazmak o kadar da kolay değilmiş!


Copyright © 2014 mostepotente