Kitap ve Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap ve Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2014 Çarşamba

Çalıkuşu | Kitap Sözleri

Kapak resmi



Hayatımda ilk okuduğum kitap Çalıkuşu'ydu. Bu zamana kadar hakkında binlerce kez yazılmış, konu açılmış, bloglarda paylaşılmıştır eminim. Diziler çekilmiş, filmler oynatılmış. Her seferinde Feride'ye hayran olunmuştur mutlaka.

Ben kitabı ilk okuduğumda 12-13 yaşlarındaydım. Yaşıtım ve hem cinslerim gibi davranmaz, oturduğum sitedeki erik, vişne, iğde ağaçlarının tepesinde gezerdim, Çalıkuşu'ndan habersiz. Sonra bir gün Türkçe dersinde kitap okumamızı söylediler. Kitap isimlerini kura çektik ve bana Çalıkuşu kitabı geldi. Ben bu kitabı iki günde okumuştum. Feride'nin hareketleri, tavırları, asiliği, sevdiğini belli edememeleri bana öyle benziyordu ki çok şaşırmıştım. Hani bazen olur ya, bir kitap okursun, bir film izlersin. Oradaki karaktere öyle hayran olursun ki onun gibi olmak istersin. İşte ben olmak isteyeceğim kişiye değil de olduğum kişiye hayran olmuştum. Bu sebeple Çalıkuşu'nun yeri bende çok çok ayrıdır.

Geçenlerde kitabı tekrar okudum. Sevdiğim sözlerin altını çizdim ve bir yere not aldım. İyi ki almışım. Bloga yazmak şimdi aklıma geldi.

Ben yapacak başka şey bulamadığım için hâlâ gülmeye devam ediyordum. O, meşhur "karga ile tilki" masalındaki tilki gibi ağacın altında sinsi sinsi dolaşmaya başladı.



Çocukluğumda bana hoyrat  derlerdi. Galiba hakları da vardı. Kiminle oynarsam canını yakar, bağırtırdım. 



Fakat o zamanın seneleri şimdikilere  benzemezdi. O kadar uzun, o kadar uzundu ki... 

İnsan gibi sevmeyi, sevdiğimi  güzel güzel okşamayı öğrenmemiştim. Sevdiğim insanın üstüne bir canavar yavrusu  gibi atılır, kulaklarını ısırır, yüzünü tırmalar, tartaklaya tartaklaya şaşkına çevirirdim.

Sevecek bir hakiki insan bulanlara şaşmak lâzım... Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki... 


İnsan, birini sevmek felaketine uğradı mı, esir gibi bir şey oluyor. 

Ben, bir insanı ilk görüşte ya severim ya sevmem. Sonradan bu ilk hissimin değiştiğini hiç hatırlamıyorum. 

Kâmran, ben sadece senden değil, senin olduğun yerlerden de nefret ediyorum. 


İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, hep birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırırmış. Bunu yazan şair ne kadar haklıymış!



Ben, başkaları gibi değildim. Çok sevindiğim, mesut olduğum vakit, duygularımı sözle anlatamam. Mutlaka karşımdaki-nin boynuna sarılmak, onu öpmek ve hırpalamak isterim. 



Sor Aleksi'nin daima söylediği gibi, bana hiç yüz vermeye gelmez. Hemen şımarmaya, küçük bebekler gibi ağzımda kelimeleri ezip büzmeye, maskaralık yapmaya başlarım. 

Ne arsız gönlüm var benim? Etrafımdaki insanları ne kadar çabuk seviyorum. Aziz Eniştem'in tuhaf bir sözü vardı. Ara sıra beni ellerimden tutarak: 
- Ah, benim yapışkan kızım, evvela insanı yadırgarsın, kaçarsın; sonra çamsakızı gibi öyle bir yapışırsın ki... derdi. 


Öyle sanıyorum ki gece, bu kocaman dünyanın bütün evlerini birer birer dolaşarak ne kadar keder, ümitsizlik varsa hepsini toplamış, getirip benim göğsüme doldurmuş.
Hangi ümide sarılsam elimde kalıyor, neyi seversem ölüyor. Daha yirmi üç yaşıma girmedim; yüzümden, vücudumdan çocukluğun izleri silinmedi; halbuki gönlüm, baştan başa bütün sevdiklerimin ölüleriyle dolu.







Ve o sözler:



Bu son ayrılık saatinde niçin hakikati saklamalı? Bu okumayacağın defteri ben senin için yazdım Kâmran. Evet, ne söyledim, ne yazdımsa hep senin içindi. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün artık itiraf edeceğim. Ben, her şeye rağmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her şeye rağmen seviliyordum, sevildiğimi de bilmiyor değildim; fakat bu bana kâfi gelmedi, istedim ki çok, pek çok sevileyim, kendi sevdiğim kadar değilse bile -çünkü buna imkân yok- ona yakın sevileyim. Bu kadar sevilmeye benim hakkım var mıydı? Zannetmem Kâmran. Ben, küçük, cahil bir kızdım. Sevmenin, kendini sevdirmenin de bir yolu var, değil mi Kâmran? Halbuki ben bunları hiç, hiç bilmiyordum. Senin Sarı Çiçeğin -taş atmak için söylemiyorum Kâmran, inan bana, mademki seni mesut etti, ben hayalimde onunla barışıyorum- kim bilir ne kadar cazibeli bir kadındı? Kim bilir sana ne güzel şeyler söylüyor, ne güzel mektuplar yazabiliyordu? Ben, belki senin çocuklarına, çocuklarımıza iyi bir anne olacaktım. O kadar.

Kâmran, ben, seni sevmesini, senden ayrıldıktan sonra öğrendim. Hatta yaptığım tecrübelerle, başkalarını sevmekle sanma sakın. Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle.
Kâmran, biz asıl bugün birbirimizden ayrılıyoruz. Ben, asıl bugün dul kalıyorum... Bütün olan, geçen şeylere rağmen, sen yine bir parça benimdin; ben bütün ruhumla senin...
Pür ateşim açtırma benim ağzımı zimhar, 
Zalim, beni söyletme, derunumda neler var; 
Bilmez miyim ettiklerini, eyleme inkâr, 
Zalim, beni söyletme, derunumda neler var!


İşte böyle. Feride'nin Kamuran'a kavuştuğu yaşıma yaklaşıyorum ben. Hakikatte onun gibi acılar yaşamadığım için, sevdiğim insanlardan uzakta olmadığım için benim olgunlaşma evrimimi tamamlamama daha var sanırım. Bence bir insanı olgunlaştıran şey yaşadığı acılardır. Benimse bu zamana kadar yaşadığım en acı olay, lisede aşık olduğum çocuğun ölümüydü. Allah bunu unutturacak acılar vermesin derler ya. Vermesin inşallah. Zaten ben 23 yaşıma bile alışamamışken, birden büyümek istemem. Çocuk kalmak çok daha keyifli :)

Hepiniz çocuk kalın. Çocukluğunuzu yıpratmayın!:)





Başucumda Müzik | Kitap Sözleri

Ah sevgili kemanım ve ona uyum sağlayan kitabım!:)
Aslında ben kitap okumayı sevmem. Çünkü bir yerde saatlerce sabit bir şekilde kalmayı beceremiyorum. Sevdiğim bir diziyi izlerken bile sürekli kalkıp evin içinde dolanırım. Şuan çok satılan kitapları sorsalar bilmem. Özellikle vıcık vıcık dram kokan aşk hikayelerini okurken çok uykum geliyor. Şimdi burada "bayılıyorum kitaplara, sadece kitabım ve kahvem olsun hayat bana olalala" diye rol yapmama hiç gerek yok. Zaten kahve de sevmem :)

İşin doğrusu ben çok sık roman okumayı sevmiyorum. Yoksa başucumdaki komodin finans, ekonomi ve iktisat kitaplarıyla dolu. Üstelik okuduğum bir okul da yok. Kendimi mesleğim konusunda geliştirebileceğimi düşündüğüm için bu tür kitaplar okuyorum.

Roman okumayı neden sevmediğimi yazarak bu konuyu da açıklamak istiyorum.
1. Söylediğim gibi, saatlerce bir yerde sabit kalamadığım için.
2. Sürekli aynı konular işlendiği için. Karşılıksız veya platonik aşklar, ölen sevgili, ailesini kaybetmiş baş kahraman. Bu yüzden sıradan olmayan konuların anlatıldığı, hayatla mücadele veren karakterleri anlatan kitapları seviyorum. Bunlardan biri de bu konuya adını veren Bir Geyşanın Anıları. İşte ben bu tarz kitapları seviyorum.
3. Dikkat dağınıklığı. Malesef dikkatim çok dağılıyor. Bazen kitap okurken gözümün önünde bambaşka filmler oynuyor. Evet okuyorum ama kafamı veremiyorum. Aklıma hemen yapmak isteyipte ertelediğim işler geliyor. Ya da okuduğum satırlar bana yaşadığım bir olayı hatırlatıyor ve ben okumaya devam ederken aklım o yaşadığım ana dönüyor.
4. Sanırım gözlerimin bozukluğundan olsa gerek, çabuk uykum geliyor.

Her neyse. Her başlıkta çok sık kitap okumadığımı söylememe gerek yok ancak bunu da yazmak istedim ki hemen kötü damgalar yapışmasın üzerime. Çünkü ben de okumayan insanın kendini geliştiremeyeceğini düşünüyorum. Ancak kalkıp yoğun duygularla yazılmış dram kokan bir aşk romanıyla kendimi geliştiremeyeceğimi de biliyorum.

Başucumdaki Müzik adlı kitabı okuyup bitirmeden önce tam 7 kitabı yarım bıraktım. Sarmadığı için bir köşeye koydum ve bir daha şans vermek istemedim. Bu kitapta hayatını anlatan kızımızın ilk sayfalarındaki yazdıkları sanki beni tarif etmiş gibiydi. Bu yüzden sevdim. Ben kendimde ne görüyorsam onu okuyordum sanki. Ancak güçlü olacağını düşündüğüm bu karakterin sayfalar ilerledikçe vurdumduymaz ve sanki hayatın tek anlamı aşkmış, tek mutluluk karşı cinsmiş gibi her şeyi yok sayan tavırları gözümdeki güçlü imajını yok etti ve beni bu kitapta daralttı.. Belli bir yerden sonra bu kitabında sayfalarını atlayarak okumaya başladım. Genelde bunu yaparım. Kitabın bazı kısımlarını ise çok sevdim. İşte çok sevdiğim bazı kısımlar:


Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk / hiçbir yere gitmiyor. Sahiden de bir yere gitmiyor çocukluk. SAHİDEN!

Şairin dediği gibi, "her şey gidiyor, bir tek o, dostluk, hep yanı başımızda kalıyor."

Bazı insanların evleri yoktur. Hayatım oradan oraya taşınmakla, geçici yerleşilen evlerde, otel odalarında, misafirhanelerde, yollarda geçti. Şimdi dünyanın bambaşka köşelerindeki o evleri pek hatırlamıyorum.

Hatırlamak güzeldir derler..
Hayır, değildir.

Anılar bir an için bizi gülümsetse bile hemen sonra elimizi uzatıp tutmaya çalıştığımızda silinip giderler ve ne yaparsak yapalım ancak acı verirler.

Hatırlamak yorucudur.
Ama başarabilirseniz, hiç unutmazsanız, kaybettiklerinizi, resimleri, ayrıntıları, yüzleri, kokuları, sesleri hep yanınızda taşırsanız artık onları hatırlamanız gerekmez, çünkü onlar hep sizinle kalır.

Eğer, hayatımızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri,o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken...
Öteki,bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün..
Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu.
Ama aslında bu kadar basitti işte:
birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın...

Okul yılları boyunca hep "ayakları yerde değil" dedi babam benim için. Arkadaşlarım hep şaşırdılar yaptıklarıma. Ve sahiden de ayaklarım yerde değildi. Hala da öyle...

Okuduğum kitaplarda başkalarının yapamadığı şeyleri yapan kadınlara hayran olurdum ben.

Birini sevmek için nedenlerin yoksa onu gerçekten seviyorsun demektir.

Hiçbir zaman yalnız kalmak istemedim. Ama kaldım. Belki de dünyanın en kalabalık insanıyken bile yalnız kaldım. Yapayalnız, bütün ışıkları yakıp geceler, günler geçirdim. Çünkü hayat böyledir..



Copyright © 2014 mostepotente